Kaplumbağalar da Uçar

Fatma Zehra BAL

Bir gün bir kaplumbağa gökte uçan kuşlara heves eder ve uçmak ister. Kuşlara dileğini
söylediğinde, kendini iki kuşun tuttuğu bir değneğe ağzıyla tutunurken bulur. Kuşlar özgür
semada ovaların, yeşilliklerin üzerinden uçarken hayrete kapılan kaplumbağa şaşkınlıktan
ağzını açar ve aşağı düşmeye başlar. Bir göletin dibine battığında ait olduğu yeryüzüne iner. ________________________________________________________________________

2004 yılında vizyona giren ve birçok ödüle layık görülen film, Saddam Hüseyin’in düşüşünden bu yana Irak’ta çekilen ilk uzun metrajlı film olmakla beraber bütün oyuncu kadrosu mülteci kampında ilk defa kamera karşısına geçen çocuklardan oluşmaktadır. Nitekim, kendileri de kim bilir ne zorlu acıların sahibi olan bu çocuklar hikâyeyi son derece gerçekçi bir şekilde aktarmaktalar.
Hikâye, Amerika’nın 2003’te Irak’ı işgali sırasında Irak- Türkiye sınırında bulunan, savaşın gölgesindeki bir mülteci kampında yaşayan çocukları konu almaktadır. Bu dramatik çocuklar evreninde yerel şeyh, maiyeti ve yetişkin nüfusun çoğu günlerini hiçbir şey yapmadan
harcarken, Satellite lakaplı 13 yaşındaki Soran faaliyetleriyle beraber onun gibi zavallı çocuklara hayat vermekle ve bütün kampa umut ışığı körüklemekle meşgul. Halepçe katliamından kurtulan Agrin isminde 14 yaşındaki bir anne, onun kör çocuğu ve kollarını kaybetmiş abisinin o kampa gelmesiyle Satellite’nin hayatındaki mutluluk da acı da derinleşmeye başlar.

Agrin savaşta ailesini katledenler tarafından tecavüze maruz kalmış çocuk bir annedir. Abisi ise kollarını mayınlardan dolayı kaybetmiştir. Ama bunun yanında gelecekteki olayları önceden görebilme yetisine sahiptir. Satellite ise kamptaki diğer çocuklarla birlikte tarlalardan mayın toplayıp satarak kendini ve çocukları geçindirmektedir. Çok zeki olmakla beraber doğal bir liderdir. Az buçuk ingilizcesiyle televizyondan izlediği haberlerle köylülere savaşın ne zaman başlayacağı hakkında bilgi verir, bir umut Amerikan askerlerinin barışı getireceğine inanır.
Satellite ve Agrin ’in tanışması, kamplarına sonradan gelen Agrin’in ondan birkaç metre uzunluğunda bir urgan istemesiyle başlar. Satellite Agrin’i görür görmez ondan hoşlanır ve film boyunca ona yardımcı olmaya çalışır. Agrin bu urganı, çocuğunu ayağından bağlamak için kullanır. Küçük çocuğun kamp koşullarında kaybolmaması için ayağından bağlandığı bu 2-3 metrelik bir urgan; yetişkinlerin savaşları, kavgaları ve ölümcül kimlikleri arasında çocukların hapsedildiği 2-3 metrelik bir özgürlük sembolüdür.

Çocuk yaşta büyümenin, çocuk haliyle hayata tutunmaya çalışmanın ambiyansı film boyunca gözlenir. Satellite’nin civar köylerdeki yetişkinleri savaşa dair bilgilendirmesi, çocuk yaşta anne olan Agrin’in çocuğunu sırtında taşıması, mayınlı tarlaların çocuklar tarafından
temizlenmesi, çocukların matematik yerine silah kullanmayı öğrenmek zorunda kalması…


Filmin başından sonuna kadar Agrin’in çocuğuna karşı ikircikli bir tutumu yaşamla ölüm arasında salınıp durur. Bir taraftan sırtında taşıyarak onu korumaya çalışırken; diğer taraftan da ondan kurtulmak ister. Çünkü bu, bir taraftan acımasız dünyanın kendisine yük olarak bıraktığı bir çocukken, diğer taraftan koruyup kollamaya çalıştığı kendi çocuğudur. Bu ikilem ona o kadar ağır gelir ki, zihni her an hem kendisinden hem de çocuktan kurtulma düşüncesiyle meşguldür. Bu ağır depresyonunu tasdik edercesine film boyunca hiçbir sahnede gülmez; düşüncelerinde bazen uçurumun kenarındaki engin boşlukta bazen de gölün dipsiz derinliğinde kaybolup gider.

Agrin yüzündeki öfkeyi ve trajediyi somutlaştırırcasına kendisi ve çocuğu için dramatik bir
sonu tercih eder. Çocuklar için hayli acımasız ve adaletsiz olan bir dünyaya bir çocuk olarak
başka türlü nasıl tepki verilebilirdi ki? Gerçek olan şu ki; Agrin’in seçimi şairin deyişiyle
«geride kalanlara yönelik ağır bir suçlamadır». Finalde Agrin, kaplumbağalarını suya koymak isteyen çocuğunu bulanık gölün dibine, kaplumbağalarının yanına gönderirken; kendisini de dik bir uçurumdan özgür bırakır. Bütün bunları önceden rüyasında gören abiye ise suyun dibindeki mavi plastik pabuçlar ve uçurum kenarındaki mor terlikler kalır.


Küçük çocuk Riga’yı mayınlardan kurtarmak isterken bir ayağını kaybeden Satellite’e o an
moral olan kolsuz Henkov’un ‘’yarın her şey bitecek” kehaneti ise umduğu gibi çıkmaz. O
günü izleyen gecede Saddam Hüseyin rejimi devrilmiş ve Amerikan askerleri Irak’a girmiş,
vadettikleri gibi barış değil yıkım getirmiştir. Satellite’in ise askerleri görmesiyle bütün
hayalleri yıkılmış, savaşın çarpıcı gerçekliği içinde tutunduğu o küçük umut da tanklarla
beraber silinip gitmiştir. Artık ne bisiklet süreceği bir bacağı ne masumca sevdiği kız, ne
sığınacağı bir ailesi, ne de Amerikan sevdası kalmıştır. Kaplumbağanın yüksek semalardan ait olduğu göle düşmesi gibi… Her şey bir günde olup bitmiş; ona ise sadece hangisine dökeceğini bilemediği gözyaşları kalmıştır.


İşte, savaş çocuklar için en korkunç senaryoları gerçeğe dönüştürür; bütün dünyanın görmezden geldiği dünyalarında mayınlara basıp ayaklarını ve kollarını kaybederler, taciz ve istimara uğrarlar, ebeveynsiz kalıp tekinsizlik içinde yapayalnız hissederler, çocuk anne olurlar, çocuk isçi olurlar, böyle bir yaşamın kıyısında ne olduğunu bilmedikleri ölümü bile tercih edebilirler.
Çünkü savaş çocuklara bunu da yapar; evet kaplumbağalar da uçar.

_________________________________________________________________

Öteki Hareketi olarak benimsediğimiz ilkeler gereği ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemi içermeyen, şiddete teşvik etmeyen, militarist içerikli olmayan her yazı sitemizde yer bulacaktırÖteki Hareketi aracılığıyla sitede yayınlanan yazılar/şiirler yazarların kendi düşüncelerinden oluşmaktadır. Öteki Hareketi’ne māl edilemez.

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Most Popular

Recent Comments