Turan Saçıl
Bazı filmler anlattıklarıyla bazı filmler ise hissettirdikleriyle çok farklı gelir. Sineklerin Tanrısı filmi hem anlattıklarıyla hem alt metinleriyle hem de filmde işlenen konunun 6-12 yaş arası çocuklar üzerinden ifade edilmesi sebebiyle oldukça etkileyici diyebiliriz.
Sineklerin Tanrısı İngiliz yazar William Golding tarafından 1954 yılında yazılan bir roman olup, 1990 yılında Harry Hook yönetmenliğinde sinemaya başarıyla aktarılması ile ortaya çıkmış bir eserdir ama öte taraftan daha önce de bu kitap 1963 yılında Peter Brook tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Söylentilere göre bu roman ilk yazıldığında çoğu yayınevi tarafından basımı kitabın distopik ve karamsar/bunaltıcı atmosferi sebebiyle kabul edilmemişti. Gerçi yazarın hayatı da yaşadığı dönem nedeniyle oldukça bunaltıcı zamanlara rastlar. William Golding, II. Dünya Savaşından önce uzun süre öğretmenlik yapmıştır, dünya savaşında ise Normandiya Çıkartması dahil bir çok çarpışmaya katılıp; şiddeti, savaşın acımasızlığını ve zalimliği görmüş ve insanlığa dair Sineklerin Tanrısı kitabında gördüğümüz üzere umutsuz bir bakış açısına sahip olmuştur. Sineklerin Tanrısı distopik bir toplum alegorisidir. Sineklerin Tanrısı’nda uygarlığın ya da devletleşmenin karşısına vahşilik; masumiyetin karşısına şiddet, iyiliğin karşısına kötülük yerleştirilmiştir ve aralarındaki çatışma 6 ile 12 yaş arasındaki yarı-tamamlanmış varlıklar olan çocuklar üzerinden oldukça çarpıcı bir şekilde anlatılmıştır.
Film, 6-12 yaş arasındaki İngiliz çocuk grubunun uçaklarının ıssız bir mercan adasına düşmesi ve bu adada çocukların yaşadıklarını anlatmakta. Issız ada aslında hikayenin gözden kaçmaması gereken en önemli detayı, zira ıssız ada; medeniyetten ve dış dünyadan izole, ahlak ve hukuk kurallarının, otoritenin ve iktidarın olmadığı, yetişkinlerin ya da uygar/olgun insanların bulunmadığı bir distopya olarak tasarlanmıştır.
Filmi daha iyi anlayabilmek için biraz da karakterlerden bahsedelim. “Domuzcuk” ismi verilen karakter akılcı ve barışcıl kişiliği temsil etmektedir. Film boyunca bu karakterin gerçek ismini öğrenemiyoruz. Fakat fiziksel özellikleri ve içe kapanık haliyle Domuzcuk karakteri arkadaşları tarafından alaya alınan bir tiplemedir. Belki de yazar bu karakter üzerinden biraz da kendini betimlemiş olabilir. Bu çerçeveden bakılınca bu barışçıl karakterin sosyo-kültürel olarak toplumdan dışlandığı görülür. Domuzcuk’un en iyi dostu olan tek karakter Ralph’dır. Ralph’da yöneticilik özellikleri belirgin olarak görülmektedir. Ralph, aslında sadece yöneticilik özelliği ağır bastığı için Domuzcuk’tan aldığı bilgileri girişkenliği ile uygulamaya koyduğu için ön plana çıkar. Aslında bir açıdan Ralph ile Domuzcuk’un dostluklarının ilk önce çıkara dayalı dostluk olduğunu söyleyebiliriz. Bu dostluk ayrımlarından sonra bir diğer önemli karakterimiz Jack’dır. Jack ile Ralph arasında büyük bir gerilim başlamıştır. Jack iktidarı elinde tutmayı seven bir karakterdir. Filmin başlarında üzerinde duran üniforması ve zaman zaman yaptığı konuşmalar sonrasında etrafına topladığı çocukların‚“şef sözünü söyledi“ şeklindeki onaylamaları onun filmde Hitler ya da Mussolini gibi faşist diktatörleri temsil ettiğini akla getiriyor.
Jack ve Ralph arasındaki güç mücadelesi sonucunda çocuklar taraf seçme veya çıkar ilişkisi kurma durumunda kalmışlardır. Çünkü adada medeniyetten uzak, aç ve susuzdurlar ve Jack çocuklara avcılık yaparak yemek bulabilecekleri sözünü vermiştir. Film de zaten buradan itibaren gelişiyor. Film, aslında devletin varoluş hikayesini modernleştirerek anlatmış. Kitabın yazıldığı tarihler devletin varlığının sıkça sorgulandığı bir döneme de rastlamakta. Devletin varlığının faşizme, baskı aracına ve insan üzerinde çoğunlukla kısıtlayıcı etkisi olduğuna dair eleştirilerin ağırlık kazandığı Naziler sonrası bir dönemde devletin medeniyet demek olduğunu anlatan bir eserle karşılaşıyoruz. Ama kitaba haksızlık etmeyelim çünkü bundan çok daha fazlası var. İnsan özgürlüğünün devlet faşizmi altında sonlandırıldığı, cinayetlerin hukuk adıyla kamusallaştığı zamanların hemen ardından bu eserin kaleme alınması oldukça ilginç ki belki de filmin büyüsü burada saklıdır. Eserde medeniyetten uzak ve henüz olgunlaşmamış bir grup insan, önceleri oldukça mutlu gibi görünse de araya rekabet, kıskançlık ve korku girince başlayan çekişmeler sebebiyle iki gruba ayrılıyorlar. Merkezden ayrılan ve yeni kamp kuran grup kendilerini “çete” diye isimlendiriyor ve “biz zaten avcıyız size ihtiyacımız yok” diyerek çeşitli ilkel silahlar yapmaya başlıyorlar. Jack’in önderliğindeki bu grup, insanın şiddet, kötülük ve hırs özelliklerine getirilen ciddi bir eleştirinin örneği. Aslında Hobbes’un “İnsan insanın kurdudur.” cümlesinin örneklendirilmesidir bile diyebiliriz. İşlenen ilk cinayet Simon isminde bir çocucuğun vahşi bir hayvan sanılarak ”çete” tarafından öldürülmesiyle başlıyor ve ilk cinayet her ne kadar grup için kabul edilmesi zor olsa bile sonrasında gelen cinayet ve saldırıları daha da kolaylaştırıcı bir işleve sahip. Burada da ilk günahın sonrakileri tetikleyici etkisi anlatılmış. Filmin sonuna doğru Domuzcuk da öldürülüyor. Filmde ilkel kalmanın ya da devletleşmemenin anarşiye sebep olacağına değiniliyor. Tarihte gücü temsil eden ve imparatorların ya da kralların taktığı tacın yerine bu filmde bir şeytan minaresi figürü kullanılmış. Şeytan minaresini ele geçiren otoriteyi de ele geçirir kavgasına da yer verilmiş. Domuzcuk öldürüldükten sonra Albay Ralph kaçıyor ve saklanıyor ama çete, cinayet işlemeye alıştığı için onu da öldürmek üzere peşine düşüyor. Filmde ya da kitapta anlatılmak istenen her neyse bu durum çocuklar üzerinden işlendiği için gerçekten daha etkileyici olmuş diyebiliriz. Eğer yetişkin insanlar üzerinden işlenmiş olsaydı muhtemelen akılda böylesine iz bırakıcı ögeler barındıramazdı. Filmde çocukların hepsi erkeğe, kadına ya da kadının temsil ettiği üremeye, çoğalmaya dair bir ayrıntı verilmemiş. Avcılık ve toplayıcılık ile yaşam devam ettirilirken, tarihte ilkel dönemde erkeğin sorumluluğunda olan avcılık burada çetenin üstlendiği bir iş halini almış. Bu ilkel şartlar ve üretimden uzak daha çok tüketime dönük yaşam tarzı yine devletin insan için aranan bir zenginlik ve refah aracı olduğuna değinmiş. Eserde adada görülen iki hayvan var, domuz ve bukalemun. Bukalemunun öldürülmesi de insanın içindeki vahşeti gösteren bir etkiyle anlatılmış. Filmin sonuna doğru albayın peşine düşen çete ormanın çoğunu yakıyor ve bu ateş birileri tarafından fark edilerek adaya askeri bir tim gönderiliyor. Son sahnede Albay Ralph kaçarken deniz kıyısına geliyor ve bir çift postal görüyor. Kamera açısı yükseldikçe kamuflaj üniformasıyla bir kişi kadraja giriyor ve o esnada albayın arkasında elinde ilkel mızraklarla çete beliriyor. Yani son söz olarak devlet geliyor ve anarşi bitiyor. Barış ve özgürlük geliyor, kıyamet sonlanıyor.
Öteki Hareketi olarak benimsediğimiz ilkeler gereği ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemi içermeyen, şiddete teşvik etmeyen, militarist içerikli olmayan her yazı sitemizde yer bulacaktır. Öteki Hareketi aracılığıyla sitede yayınlanan yazılar/şiirler yazarların kendi düşüncelerinden oluşmaktadır. Öteki Hareketi’ne māl edilemez.