Turan Saçıl
İnsanlar için inanılan ve kutsal kabul edilen sayısız değerden söz edilebilir. Bunların en büyüğü, en yücesi ve diğer kutsalların da çoğu zaman kaynağı olan en birinci kutsal şüphesiz ki Tanrı’dır. Toplumlar ya da bireyler zaman zaman bu kavramın içini çeşitli şekillerde doldurmuşlar. Bazen bir taş, tanrı kabul edilirken; kimi zaman Tanrı, Zeus ya da Hürmüz diye adlandırılmış. Hatta eski bir seyahatnamede anlatıldığı kadarıyla erkek penisini Tanrı kabul eden toplumların varolduğunu da biliyoruz. Tanrı, bazen birken; çoğu zaman binlerle ifade edilmiş. İnsanlar cezalandırıcı ya da mükafat verici bu güce tabi olmayı, biat etmeyi ona kafa tutmaya yeğ saymışlar. O güç adına ülkelerini genişletmişler ve o toprağı vaftiz ettikten sonra adına ‘vatan’ demişler. Tanrı ya da tanrılar adına ölmeyi ve öldürmeyi en yüksek mertebe kabul etmişler. Hayatlarını ve ahlak anlayışlarını inandıkları bu kutsalın öğretilerine göre şekillendirmişler. Elbette bu durum toplumların medeniyetlerinin derinliklerine sirayet etmiş. Ticarette, siyasette, evde ya da sokakta, yatakta ya da mutfakta büyüyen ve genişleyen sınırlandırılamayan ve çoğu zaman inanılanın özüyle alakası olmayan devasa bir sisteme dönüşmüş. En sonunda o sistem de tanrının bir parçası, özütü kabul edilmiş. Böylece belki de insan doğasının naturel bir tepkisi olarak bu sisteme aykırı davranan ya da kafa tutan birey aforoz edilerek ‘öteki’ kabul edilerek bu çarkın dışına itilmiş. Çünkü görünürde bunu hep Tanrı istemiş!
Kimin neye nasıl inandığı umrumda bile değil. Benim için penise ‘Tanrı’ diyen adam dünyada varolmayı, istediği gibi yaşamayı ne kadar hak ediyorsa Zerdüşt, Şintoist, Yahudi ya da Müslüman en az onun kadar yaşamayı ve varolmayı, düşünmeyi ve faaliyette bulunmayı hak ediyor. Pekala umrunda olan ne öyleyse? Umrunda olan tarih boyunca toplumların kutsal saydıkları inançları yiyerek beslenen, megaloman üst sınıfın egoist zevklerini tatmin ederek büyüyen ve büyüdükçe acıkan acıktıkça sömüren, ezen canavar Tanrı, tanıdınız mı onu? Durun biraz tarif edeyim hemen hatırlayacaksınız; göbeği kocaman, yağlı bir şişko. Üstü fazlasıyla kirli paslı, ağzı yüzü de tanımayacak kadar kanlı ve salyalı. İleri derecede miyop olduğu için kocaman gözlükler takar; fakat buna rağmen kendisine yakın olanlardan başkasını göremez. Yaşı da epey fazla olduğu için uzaktan gelen sesleri duymaz, hâşâ huzurdan azıcık sağırdır kendileri. Ancak kolları çok uzundur sen ne kadar uzakta olsan da istediğinde tokatlar seni. Hem hiç de kibar değildir; son derece sert ve kabadır. Kimi zaman evcil bir ayı gibi davransa da çoğu zaman olan bitene karşı bitkisel hayattaki bir hasta kadar tepki verir. Haa sakın fakirlerden bir fakir sanmayın onu, son derece zengindir. Son model araçlara biner, evi çok şatafatlıdır, kocamandır mesela. Buna rağmen gövdesi sığmaz odalara salonlara. Ağzını açtığı zaman çok güzel konuşur, aynı bindiği araba kadar güzel. Hem öyle güzel konuşur öyle etkili anlatır ki; meydanlar şaha kalkar, kartal olur göklerde uçar. E bu kadar anlattım tanımışsınızdır artık onu. Ben ona ‘devlet tanrısı’ diyorum. Fakat tarihte hiçbir Tanrı onun kadar alçak ve zalim; onun kadar hırsız ve yalancı olmamıştır. Pek çoğu gibi bu tanrıyı var eden de yine onun kullarıdır. Ellerindeki undan helva yapan ve ona şekil verip tapan daha sonra acıkınca onu yiyerek doyan insanların hali ne kadar trajikomik ise; devlet tanrısını var edenlerin hali de en az o kadar komik. Ancak bir fark var bu ikisi arasında; devlet tanrısını var edenler, helvadan tanrıya tapanlar kadar şanslı değil ne yazık ki. Onun kulları aç kalsa da, harap düşse de her durumda onu beslemek zorundadır. Şimdiye kadar onu midesine indirip doyan ya da bir parça koparıp açlığını bastıran kul çıkmadı.