Nurefşan Kaynak
ÇÜRÜMENİN DIŞA VURUMU
Ne zaman bir şerler anlatmak için elime kalemi alsam, bilgisayarın başına otursam, zihnimde canlanan dışlanmış senaryolara engel olamıyorum. Şerler yazdığımın farkındayım, hak aramanın şer ortağı olarak suç teşkil ettiği bir çağdan bahsediyoruz, yanlış okumadınız. ‘Herkes için adalet’ demenin cüretkar bir talep görüldüğü, ‘Kanun önünde herkes eşittir:’ ilkesini savunmanın akabinde bir avukata ihtiyaç doğurduğu çağ… Bunun zaten anayasanın onuncu maddesinde yer aldığını söylediğimizde çürümenin dışavurumuna bizzat şahit olabiliriz.
Gerek ve yeter tüm argümanları sunsak dahi zihinsel yozlaşmanın önüne geçemiyoruz. Haklı olanın sadece ‘’sana göre, bana göre’’ değerlendirildiğini düşünürsek gayet normal. Bugün normalleştirilen ‘’aman taşın etrafını dolanayım, elbet biri yoldan kaldırır’’ düşüncesi aslında normal olmayan aksine ahlak yoksunluğu tohumu atan, çürük bir düşüncedir. Zarar kendine dokunana kadar susmanın, kendini sözde bir fanusa almanın bir zafer olduğu sanılıyor. Ama ne yazık ki, sanrıların ötesinde bir dünyada yaşamaktayız. Ve ötesi olmayanların, inkarlarıyla bezenen, vur kaçlarıyla gündem dahi olmayan bir dünya.
Gerek bireyin kendi çekirdek hayatında, gerekse toplumsal hayatında ”adalet” kavramına ne kadar saygı duyduğu hayat seyrini doğrudan etkileyen unsurdur. Adaletin temelinde birey vardır. Ve adalet koskoca bir egemenliğin temelidir. Egemenlik madem milletin, kayıtsız ve şartsız, o halde adalet de kayıtsız ve şartsız tüm ulusun olmalı. Din, dil, ırk gibi hangi ayrımcı söyleme layık görürseniz görün, adalet kavramı tüm bunların üstünde, insana insan olduğu için sunulması gereken en tabii haktır. Bu bir lütuf ya da armağan değildir. Herhangi bir kürke yedirilecek hak hiç değildir! Bugün ben bu satırlarda, ”adalet” kavramına, mürekkep çatısı altında dahi, gerekli güveni sağlayamayıp endişe ile kaleme alıyorsam, ben dahil, toplumun gerekli tüm kavramlarını sorgulaması gerekmektedir.
Bugün, yitirdiğimiz için yakındığımız ne varsa, hepsi zamanında bir takım susmaların hasadıdır. Bu hasat, inanın, pahalı bir hasara sebep oldu ve olmaya devam ediyor. Güçlü olanın fikri hak olan değildir. Adil olan gücün kendisi değil, kullanım şeklidir.
Yazmanın çare olup olmadığı tartışılır ama, ben ‘’zaten anlamazlar, anlamıyorlar, umursamıyorlar’’ gibi önyargılarla ötekileştirip vazgeçersem hiçbir zaman gerçek bir hak savunucusu kimliğine bürünemem. Amacımız madem hakkı ve hakikati ait olduğu konuma getirmek; o zaman anlatılması, yazılması gerekir. Sessizliğe ses çıkarmanın saati, vakti, konumu olmaz. Haksızlığın söz konusu olduğu her yerde olmalıyız ve her insanın hakkı olan nefesi savunmak zorundayız. ‘’Benim derdim bana yeter’’ gibi kaçış söylemleri, bir kan emici gibi derdinizi besleyip büyütüp gözünüzü oyacak bir hale getirmekten ibaret kalır. Oysa öteki kapının ardında ki dertlerin, hakların, mağduriyetlerin ziline bastığımızda ses getirmek mümkün olur.
Çünkü şair şöyle seslenir:
‘Tohum saç, bitmezse toprak utansın!’
──────────────────────────────────────────────────────────────────────
Öteki Hareketi olarak benimsediğimiz ilkeler gereği ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemi içermeyen, şiddete teşvik etmeyen, militarist içerikli olmayan her yazı sitemizde yer bulacaktır. Öteki Hareketi aracılığıyla sitede yayınlanan yazılar/şiirler yazarların kendi düşüncelerinden oluşmaktadır. Öteki Hareketi’ne māl edilemez.