Beyza Çavdar
VEBAL
Çocukluktan yetişkinliğe geçiş yaptığımız o unutulmaz yıllar. Herkes bilir bu dönemi. Sürekli sorgularız, anlam arayışı içerisinde kaybolup gideriz. Etrafı inceleriz hep. İnsanlarla iletişim kurmakta zorlanır, onlardan uzaklaşırız. Belki de en çok neden yaşadığımızı sorgularız. Bulunduğumuz atmosferden öylesine bunalırız ki, vakit geçirmeyi çok sevdiğimiz bir yerde olsak dahi kaçmak isteriz oradan. Okula gittiğimde eve kaçmak isterdim hep. Ama evde duvarlar üzerime üzerime gelirdi. Dışarı çıkardım, bu defa insanları görmek boğardı beni. Adım attığım her an onların ikiyüzlülüğüyle, düşüncesizliğiyle yüzleşirdim. Suratı buz kesmiş insanlara anlam veremezken mutluluktan kocaman kahkahalar atan insanlara da hayretle bakardım. Ne var bu kadar somurtacak? Neyi var bu hayatın bu kadar gülünecek arkadaş! Kaçıyorum… Sürekli kaçıyorum. Koca koca adımlarla, sanki yetişmem gereken bir yer varmışçasına. Halbuki uzaklaşmak istiyorum sadece. Şu insandan, şu düşünceden, şu gürültüden, şu bitmeyen olaylardan, şu mutluluktan belki de. Kaçarken etrafı gözlemlemekten de geri kalmıyorum tabii. Kaçamak bakışlar atıyorum insanlara arada bir. Mesele büyük; anlam arıyorum. Adım attıkça başka şeyler düşünüyorum. Düşündükçe sinirleniyorum. Bu defa daha asi, daha öfkeli adımlar atıyorum. Düşünceler beynimi kemiriyor o anda. Nasıl bir yer bu dünya? Neden acı çekiyor herkes? Biri acı çekerken diğeri nasıl böyle güler? Anlaması ne zor!
Lisede olduğum sıralardı. İşte günlerimin bu şekilde geçtiği günlerden bir gün, bir bahane uydurup çıktım okuldan. Gözüm yaşlı, sebebini de anlamıyorum ya bir türlü neyse. Yürüyorum. Başım dönüyor, gözümün önü kararıyor. Sendeliyorum, sarhoş misali. Derdime derman olduğunu düşündüğüm kulaklığım da yanımda elbette. Beni ağlatan o parça açık, sürekli başa sarıyor. Her bir kelimesi vücudumu sarsıyor baştan sona.
Bu şekilde biraz ilerledikten sonra bir çocuk ilişti gözüme. Zaten o zamanlar her çocuk gördüğümde dünyayı yeniden gözden geçiriyordum. Kafamda binbir türlü soru soruyordum onlara. Kendimi toparlamaya çalıştım biraz. Çocukla konuşmak istedim. Gözyaşımı sildim, usulca çocuğun yanına diz çöktüm. Hiçbir şey demedim. Yalnızca oturdum oraya. Anlam veremedi belki de çocuk benim şu halime. Konuşamadım. İki dakika geçti geçmedi, çocuk bana döndü. Yüzüne baktım. Zoraki gülümsedim, akmaya meyilli gözyaşımı bir şekilde engelleyerek elbette.
Bambaşka bir gülümseyişti benimki. Dudaklarım ateş gibi yanıyordu. Gözlerim de titrek ve kaçamaktı. Yüzüm, kendimi sıkmaktan kızarmıştı. Ama çocuğun gözüne bakıp da, bakışındaki umudu, yaşama sevincini, heyecanını görünce gülümsedim. Gülmekle yükümlü hissettim kendimi. Çocuktu zaten, gülmeliydim. Güldüm. Gözümü sıkıca kapatıp geri açtım: “Evet dünya çok güzel bir yer, umudunu hiç yitirme” der gibi. Titreyen elimi yanağına koydum, okşadım. Kalktım. Az ilerledikten sonra, artık kendimi sıkmamın lüzumsuz olduğunu anladığımda bıraktım gözyaşımı. Gözyaşım özgürdü, alabildiğine özgür. Özgürlük meğer ne büyük mutlulukmuş! Ağlarken özgür olmak bile ne büyük güzellik! Dudağım, gözlerim, ellerim, bacaklarım… Titriyordu. Elimle ağzımı kapattım hıçkırık sesini bastırsın diye. Koşmaya başladım; demin gözlerine, düşüncelerine yalan söylediğim çocuk görmesin, görüp de umudunu yitirmesin diye.
Herhangi bir çocuk dünyanın herhangi bir yerinde üzüldüğünde, ağladığında bunun kahrolası sorumlusu kim? Elbette insanlar. Ağlayan bir çocuk karşısında dünya kendisini sorguya çekmiyorsa yazıklar olsun bize! Bu çocuğun ağlamasında nasıl bir payımız var? Hangi acıya terk ettik biz onu? Kendimizi nasıl affettireceğiz?
Nereye kadar böyle kaçabiliriz ki? Sıra bizim çocuğumuza gelene kadar mı? Savaşın ortasında, mermilerin, tankların arasında kalmış çocukları ne zaman göreceğiz? Zulmün hiç bitmediği yerlerde insanlar vatanını terk etmek zorunda bırakılırken, göç etmeye zorlanırken, nehirlerden çocuk cesetlerini toplarken, her gece başımızı yastığa nasıl rahatça koyabileceğiz?
Çocuğun yüreğinde kopan o fırtınaya rağmen, gözünden sular seller gibi akıp giden yaşa rağmen utanmıyor muyuz? Korkmuyor muyuz geleceğimizden? Biz yaşamın zevklerine dalıp giderken, bir yerde, belki de hiç tanımadığımız bir çocuk üzüntüye boğuluyor. Kim bilir, belki de yaptığımız bir ufacık görmezden gelme ya da yapmadıklarımızdan dolayı, dünyanın ta öbür ucundaki bir çocuğun ağlamasına sebep olmuşuzdur. Ne korkunç, ne ağır bir vebal!
──────────────────────────────────────────────────────────────────────
Öteki Hareketi olarak benimsediğimiz ilkeler gereği ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemi içermeyen, şiddete teşvik etmeyen, militarist içerikli olmayan her yazı sitemizde yer bulacaktır. Öteki Hareketi aracılığıyla sitede yayınlanan yazılar/şiirler yazarların kendi düşüncelerinden oluşmaktadır. Öteki Hareketi’ne māl edilemez.