Turan Saçıl
GODOT ÖLDÜ!
1
Zamanın eli değdi ruhuna birçoğumuzun; değiştik, değiştirildik, dönüştürüldük. Belki büyüdükçe masumiyetimizi de kaybettik beraberinde. Ama değiştiğimi farketmeseydim böyle cesaretli ve üretken olamazdım asla. Zira bazen gerçekler yalanlardan daha fazla cesaret ister hatta bazen değil, çoğu zaman. Değiştiğini kabullenmek de zor benim gibi keskin ve kendini bile -bile isteye- delik deşik eden ruhlar için. Geçmişin eğer şimdiden çok daha başkaysa çok daha fazla yaralar bu durum seni. Dönüp baktığımda tercihlerimden en çok da öğretmenliğin kayıtsız şartsız doğru olduğunu görüyorum. Öğretmenlik; kitap yazmak, mucit olmak ya da eser bestelemek gibi… Kalplere, duygulara dokunmak; göz göze bakarken ruhunun, bilginin, bilgeliğin ilhamlarını masumiyetini kaybetmemiş birilerinin tablasına boşaltmak… Seninle bitmeyecek ama sana ait olan yeni senler, sencikler yaratmak ve dolayısıyla aynı duyguların hissedarlarını çoğaltmak… Nasıl kolay yazabilir ki insan kendine bile söyleyemediği kendi gerçeklerini. Herhalde işte tam da buna ‘yüzleşmek’ deniyor. Fakat neticede kendinle yüzleştiğin kadar özgürleşiyorsun, hafifleyip rahatlıyorsun; olmak zorunda olduğun değil, olman gereken kişi olduğunda ise artık çoktan astar yırtılıyor ve yüzleştiğin ölçüde yüzsüzleşiyorsun. Ama öte taraftan büyümek dediğimiz şey de tam olarak bu ya da masumiyetini kaybetmek. Nasıl nitelendirebileceğimi bilmiyorum ama sonuçta büyümek yaş sınırlarını belli başlı kalıplara sığdırmak değil de 8 yaşında eksik kalan her neyse onu 28 yaşına geldiğinde tamamlamak gibi bir şey. Elbette akşamdan sabaha olmuyor tüm bunlar. Bu hikayede mutluluklarım olduğu kadar, ızdıraplarım da var nihayetinde maceralarım ve serseriliğim, efendiliğim ve iki yüzlülüğüm, gözyaşlarım, aldatılmışlığım, yalnızlığım ve kahkahalarım var. Hayatıma giren çıkan insanlar, unuttuklarım ya da asla unutamadıklarım, dostlarım, dostluğum ve vefasızlığım… Yani var olanı var eden tüm sermayemi yatırdım kendimle yüzleşmek için kurtlar sofrasına.
En son söylenecek sözü en önden söylemek, bazen kötü olsa da çoğu zaman iyi geliyor insana. Gece gündüz kanayan ve kapanmayan yaraları iyi ediyor. Geç de olsa öğrendim ki; kendin olmak lazım kamburlarınla, uzayan tırnaklarınla, kelinle, kılınla kendini kabullenmek lazım. Jean-Jacques Rousseau‘nun yeni ama niteliksiz bir müridi olarak haykırıyorum şimdi, onun gibi ve onun sesinden “İşte artık yeryüzünde yapayalnızım; kendimden başka ne kardeşim, ne yakınım, ne dostum, ne arkadaşım var; tek başımayım.” Kendinle kendin olarak konuşabilmek için ne hoş bir fırsat öyle değil mi? Çünkü aklımı başkasının cebine koymak için düşüncesizce ama heyecanla yüreğimin pırpır ettiği zamanlarda, bütünüyle bana ait olmayan ama benim elimden çıkan öyle hatalar var ki; bu sorumsuzluk bana ve hala bazılarına kendini unutturuyor. Şimdi elimde kalan tek şey yalnızlık ve kimsesizlikken hata yapmaktan bile korkmuyorum.
Kumdan hayalller, kumdan kaleler işte benim gençliğim. İdeallerim ya da mefkurelerim veyahut başka bir ifade ile gaye-i hayallerim… Bir sarı fırtına koptu zamansız ve altında kaldı tüm masumiyetim. Halbuki tüm çocuklar bilirmiş; kumdan kaleler yaptığında deniz kenarında , iri bir dalga gelir ve bitirirmiş tüm zahmetlerini. Gürültüsü bazen bir hışırtı kadar işte. Ne kadar büyük bir kale yaptığın önemsiz, çünkü malzemen kum yani niteliksiz yani güçsüz. Ben bilmiyordum ama öğrendim. Büyümekten bahsedip duruyorum ya işte bu da büyümekten mülhem. Artık şaşırmıyorum etrafımda olup biten hiçbir şeye, ‘olabilir’ diyorum., ‘her şey insan için’ diyorum. “Her şeye “Olabilir” mi diyor, O artık ihtiyardır‘ ifadesiyle özetlemiş ya Cenap Şehabettin ben de ona sesleniyorum; İşte o kadar!
Var olma umuduyla ayakta kalıp direnmeye çalışırken; en açık anlamıyla ilerlemek ve yolu kendi başına katetmenin, zamanın içinden sıyrılarak bekleyişe kapılmadan ümidini sürdürmenin, sadece sana ait ve bütünüyle sana özel bir mücadele olduğunu kanıksayarak Godot’yu ya da herhangi bir kurtarıcıyı beklemekten vazgeçmelisin.